doktoranin 3.senesi, 2020, Cambridge, UK

image

Doktoraya başladıgımda (2017) geriye dönüp başvuru sureci ve ilk izlenimlerim hakkında yazmiştim. o zamandan bugüne 3 seneden fazla oldu. Bir de gidişata ait bir yazı olsun istedim. Birinci sene güzeldi. heyecanlı idi. ilk deneyler, projeyi kavrama çabaları bol bol okumalar. Danışmanımla her hafta düzenli olarak yaklaşık 1’er saat bire bir görüşme imkanım oluyor, şimdilerde iki haftada bir yapıyoruz ben biraz daraldım cünki :). Bu görüşmeler inanılmaz faydalı ve öğretici oluyor tabi kolay da olmuyor bazen (cogunlukla) ben birsey soruyorum diyelim bu soru dönüp bana geliyor sonra da soruların ardı arkası gelmiyor. ilk başlarda her toplantı sonunda başım ağrıyordu ve günün geri kalanını konuştuklarimızın üzerine düşünerek ya da diğer lab üyelerine bunları aktararak geçiriyordum. sonraları tabi ben de bilgi inşa etmeye başlayınca daha rahat gecmeye başladı ama tabi bir sorunun cevabına az çok hakim olunca bu başka bir soru getiriyor. hani sonu gelmeyen seviye atlamalı oyunlar gibi. Ilk 6 hafta sonunda bir kısa rapor istiyor departman. Projeni anladın mi, alıştın mı, üniversite imkanlarına hakim misin vb ölçümler icin.

ilk senemde transposon DNA elementini (hareket edebilen DNA dizisi) Drosophila (meyve sineği) genomunda harekete geçirerek istediğim gende mutasyon yapma ile başlamıştım. Ne yaptıgımızı düşününce inanılmaz heyecanlanıyordum. Sonra CRISPR (bir baska genom düzenleme yöntemi) ile daha hedefli mutasyon yapma kısmına geçtim. bu iki metodu yan yana yapmak çok güzel öğretti ikisi arasındaki farkı, artısı eksisi vb. Bu iki deneyde de staj öğrencilerine danışmanlık yaptım ve bu da çok güzel bir deneyimdi. Bildigimi ingilizce aktarma deneyimi elde etmiş oldum. Daha da önemlisi kısa sureli küçük bir projeyi bir başkası ile beraber yürütüp, takip edip ve tamamlama işlemini deneyimlemiş oldum. O öğrencilerle beraber ilk posterimi oluşturdum ve bilimsel toplantılara gitmeye başladım. İnsan nasıl da heyecanla bekliyor posterinin önüne birileri gelsin diye 🙂 Gidin emi toplantılarda posterlere, hep emek onlar. Birinci sınıf çok tatlıydı. Birçok yeni şey, yeni kişiler ve Cambridge gelenekleri. Sene sonuna doğru ilk sene raporu yazılıyor. Basladıgından beri ne yaptın ne ettin nasıl gidiyor onu anlatıyorsun ve sonra bir sınav yapılıyor sözlü. Yaklaşık bir saat sürdü benimki. çok faydalı idi. benim ne bildigimi ölçtüler. bilmediğim kısımları görmemi sağladılar ve tavsiyelerde bulundular. Doktoraya devam edebilecegime karar verdiler ve bende ettim:) Elde ettigim mutantlarimla konfokal (Confocal) mikroskobunu kullanmaya başladım ve orda hücre (nöron) görüntülemeye başladım. Burdan sonrası aşagı yukarı ikinci sınıf oluyor artık.

Mikroskop inanılmaz birşey. O gördüğünün aslanda gözüne görünmeyen birsey oldugunu bilmek müthiş bir his…. yani mikroskop odasının soğuk olması (mecburen) karanlık olması (mecburen) insanı bunaltmıyor degil. denedim 3 saatten fazla tek seferde görüntüleme, psikolojim acısından iyi olmuyor. Ama yine de güzel meret! Bu sirada bir öğrenci daha aldim danişmanlik yapmak icin. Hoca kendisine gelen başvurulardan beğendiği olunca lab üyelerine soruyor almak isteyen var mi diye, ben genelde evet diyorum. Ögrenciye Drosophila larva örnegi hazırlamayı (dissection) ve mikroskobu öğrettim. insanin öğrenmesi öğrendiğini aktarınca tamamlanıyor. Sağolsun çok güzel çalişti O da, ve beraber  çok  güzel data elde ettik ve posterimizi güncelledik. Bu arada tabi üniversitenin sunduğu birçok dersi de aldim, programlama, istatistik, analiz vb gibi ama insan hemen kullanmayınca unutuyor yine de beynimde biryerlerde yer etmiştir diye umuyorum. Hocaya bir derleme (review) yazma daveti geldi bir dergiden. Hoca da laba sordu isteyen var mi diye. Bende iyi bir şans diye düşündüm. Review yazmak çok öğretici oluyor derler…. anladım niye öyleymiş…..:)) Önce hoca ve bendik ama çok zorlanmaya başladım. hem deneyler hem sosyal yaşam hem de makale işi ağır geldi. Labtan bir postdoc da katılmak isteyince daha kolaylaştı. ama ne sancılı süreç. yazması, okuması, silmesi bastan bi daha yazması, ha tamam simdi oldu deyip hocadan gelen geribildirimle aslında olmadiğiyla yüzleşilmesi, kolumda ağri başladı klavyeye yüklenmekten. hayat işte sıkıştırınca tam sıkıştırıyor. Bu kadar yogunluk arasında bir özel yaz okulundan haftada 7 saat uluslararasi öğrencilere genetik anlatmak icin teklif geldi. güzel de ödeme yapıyorlar, iyi de tecrübe. olur mu olmaz mi derken, hadi dedim olduğu kadar deneyelim. Hayatimin en yoğun ayı idi o ay herhalde. 30 da 30 sabah 8 aksam 11. neyse ki öğrenci vardi da deneyler devam etti bende makaleye ve öğretmeye yoğunlaştim ama öğretmek deyip gecmemek lazim. öğreteceğini hazırlamak, seviyesini ayarlamak amma iş. hani öyle labtaki diğer doktora öğrencisine birsey anlatmak gibi olmuyor. güzel deneyimdi. ikinci sene öyle hizli geçti ki ne görebildim ne tutabildim. tabi hayat başka şeyler de gösteriyor süreçte. yani öyle ohhh işime gücüme bakayım diye birşey yok. başka ugraşilan bir sürü dertler sorunlar oluyor ama ‘öğrenmek’ söylemesi yazması ne kolay ama ne ağır kelime aslında işte. Çok güzel arkadaslar da biriktirdim ki şükrediyorum. ne güzel insanlar var ceşit çeşit renk renk. Kötüsü de var elbet ama nedir ki iyilik kötülük? herkes birinin hikayesinde iyi bir diğerinde kötü değil midir zaten? var midir ki mutlak iyilik? olmalı midir ki? derken üçüncü sınıfta buldum kendimi.

Danişman hocam her dönem ( üç ayda bir) değerlendirme raporu yazıyor sisteme yüklüyor. çok faydalı birşey. senin dönemini özetliyor kısaca. doğrularını yanlişlarini söylüyor ki sen de göresin ve düzeltesin daha iyileştiresin. kişiden kişiye değişir bu tabiki ama sağolsun benim danişmanim bunu çok güzel yapıyor. hep iyileştirmeye yönelik kırmadan, insana yaraşır sekilde. zaten nezaketten gayri ne güzel duruyor ki insan üstünde. akademisyenin nazik olanı kadar yüreğe hoş gelen ne var bilmiyorum. (tersine maruz kaldıysam demek ki…) üçüncü sınıf, tabi biraz yolun sonu görünüyor evresi. saçtaki beyazları farketme evresi ama tam da boyle yerleştin şehre, çevre yaptın, sosyalleşmenin de zirvesi yani. sene basında Amerikada Janelia Research Center da bir konferansa gittim. manyak biryer bakin derim. orda 2dk’lik poster blitz sunum yaptım. yav ne bela birşey 2 dk da iş anlatmak. sonra Pariste başka bir konferansta 10 dk ilk bir sunum yaptım. Böyle ilerliyor demekki sistem 🙂 Hocam sağolsun bunları hep önceden pratik ettiriyor tüm lab üyeleri ile beraber. herkes dinliyor ve yorum yapıyor daha iyi nasıl olabilir diye. bir insanin bir insana verebileceği en degerli şeydir VAKIT. verenlere selam olsun! şunu anladım hani o gördüğümüz güzel sunumlar posterler makaleler varya onlar  birçok insanin vakti, emeği, kafa patlatması aslında. ondandır o teşekkür kısmının  hayati önem taşımasi. emek yenir mi ya? yense de boğazdan geçer mi? insan boğazı o kadar geniş mi? Yani keramet bende, sende, onda değil keramet emek de, biz de, biz olabilmekte. Konferanslar insana çok şey katıyor. çok da yoruyor kafayı. ama gidip konuşmak lazim sormak lazım, sormak! Bir bilim insanına yapılacak en büyük iyilik ona soru sormak, yorum yapmak, nezaketle tabiki. farklı bir bakış açısı göstermek. insanlar sizi unutmuyor öyle olunca. siz unutuyorsunuz onları ama onlar sizin yüzünüzü o sorudan ötürü unutmuyor. sorunun öyle aman aman birşey olmasina gerek yok. zaten kötü soru olmaz. aklına takıldı ise sor, sor gitsin. en azından dinlemeye calişmişsin, ilgilisin. bunun utanması olmaz. iş olsun diye soru sorulsun demiyorum tabi. Biraz böyle oraya buraya gitmek gelmek, toplantılar derken işler aksıyor tabi. eee tatil de yapmak lazım dinlenmek lazım. yoksa devamlılık bozuluyor. uykuyu da esirgememek lazim hemen hasta eder sonra. Makale sonunda yayınlandı. yayınlanmadan derdi bitmiyor zaten. yayınlanınca kapanıyor o dosya. Biraz da gönüllülük işlerine meylettim. Samaritans ve CCJ (Council of Christians and jews) diye iki vakıfa katıldım. ilki insanların derdini dinlemek için telefon sistemi kurmuş bir vakıf. siz oturuyorsunuz telefona cevap veriyorsunuz ve insanlar arayıp size derdini anlatıyor. tek ihtiyaçları olan onları birinin dinlemesi. 10 haftalık bir eğitim veriyorlar öncesinde. size dinlemenin ne oldugunu anlatıyorlar. dert nasıl dinlenir onu öğretiyorlar. ben farkettim ki ben aslında hiç doğru düzgün dert dinleyememişim daha önce. dinlediğimi sanmişim. hep öyleyiz aslında, kötü niyetten de degil sadece farkında degiliz. öyle güzel bir eğitim ki keşke okullarda çocukken öğretilse diyor insan. Digeri de inter-faith (farkli dinleri buluşturan) aktiviteler yapan bir vakıf. dinler arası kaynaşmayı ve barışı artırmayı hedefliyor. adında Islam yok ama Islami vakıflarla partner oluyorlar aktivitelerde. çok şey öğrendim ve bildiğimce de aktarmaya caliştim. Çok güzel ortamlar gördüm sayelerinde. barış dolu huzurlu el ele. insan bilmediğinden ne çok korkuyor. insan bilmediğini hep kötü sanıyor. kötü sandığı aslında bilmediği. bu karşilikli böyle. tanışmazsak tanımazlar. Boyle gidiyor işte doktora. tabi herşeye yetişilmiyor. yarim kalan seyler oluyor koşturmacada. yapabileceğinden fazlasını almamak lazım tabiki ama işte bazı durumlarda herşeyin üst üste geleceğini kestiremiyorsunuz.

belki harika seviyede data üretemiyorum labta ama sanırım ne oluyorsa hayatımda iyisi ile kötüsü ile sevindireni ve üzdüreni ile bu doktorayı ben seviyorum. ben ondan razıyım umarım doktoram da benden razı olur birgun ve mezun olurum 🙂

*Yazidaki harf hataları icin özür dilerim klavye Ingilizce harflerden oluşuyor. otomatik düzeltme ayarladım ama hepsini algılamadı nedense. tek tek düzeltmek de yoruyor. umarım anlasilirdir yine de.

sevgiler

Zeynep