Her anısını hatırlayamıyor insan her zaman. Bugün içimden hatırladığım bazı çocukluk anılarımı yazası geldi. İnsan bir gün unutabilir ve insan sevmediği anıyı dahi unuttuğuna üzülebilir, bunun hüzününü gözlemleme imkanım oldu yakın zamanda…
Beşikteyiz. Salıncak beşik vardı evin içinde. Hem oturduğumuz salonda hem de annemlerin yatak odasında. O beşiklerden birinde sallanırken annemin duvarda asılı ve üzerinde pullu işlemeleri olan bir elbisesi ile oynardık. Her sallanışta kardeşimle o elbiseden bir pul koparırdık. Çok küçüğüz burada… Hatta ben en küçük kardeşimin doğumunu hatırlıyorum, o beşikte sallanırken. Tabii doğumu görmedim ama ebe vardı evde ve annemin uzandığını hatırlıyorum.
Bir maymunlu bisikletim vardı ama üstüne binilen bisikletlerden değil, tek tekerlekli ve uzun bir sapı olan ve tekerleğin üstünde de maymun olan bir bisiklet. Cubuktan tutup tekerleği döndürünce maymun hareket eder ve zilli bir ses çıkartırdı. Bununla evin içinden koşturup eğlendiğimi hatırlıyorum hayal meyal. Gözümün önünde odada koşan bir kız çocuğu geliyor, yaş belirsiz. Evin üst katında büyük bir odada yatardık kardeşlerimle yaz aylarında. Oda bizim koşup oradan oraya zıplayabileceğimiz kadar genişti. Bazen uyumaya diye çıkar oradan oraya zıplar koşardık ve alt kattan diğer odanın kapı sesini duyup babamın yukarı geldiğini fark edince hemen yatış moduna geçip uyumuş taklidi yapardık. Ne inandırıcı bir hamle gibi gelirdi o zaman ya. Evde saklambaç oynardık, kuzenler falan olurdu yaz tatillerinde. Bir kere kuzenlerim ve biz el ele tutuşup köy çeşmesindeki havuza atladık, hatırlıyorum, neden mi? Hahahaha neden lazımdı ki. Eğlendik mi, eğlendik.
Köyde 4 çocuk vardı ben büyürken. 3 kişi ben ve kardeşlerim. Beraber top oynardık, komşuculuk oynardık ve bazen de çeşme kenarına gidip suyla çamurla oynardık. Komşuculuk oynarken evdeysek mutfaktan bazı tabakları alıp sanki mutfağımız var yemek yapıyoruz gibi taklit ederdik. Ortada kesilecek sebze yokken sebze kesiyormuş gibi yapardık. Ben bu oyunu dışarıda da oynamak isterdim çünkü dışarıda otlar toplayarak daha gerçekçi bir tiyatro kurabiliyordum. Dışarda oynamak için de bir çuval dolusu tabak toplamıştım oradan buradan. Eski kullanılmayan eşyalar fakat benim senaryolarım için kâfiydi. Bazen çuvalı sırtlardım, bir yer beğenirdim kendime orada oynardım, hatırlıyorum. Gezginlik o zamanından belli miymiş dersiniz. Kardeşlerime Ayşe, Fatma ismi takip onları kendime komşu ilan ederdim. Beraber bir sürü top oyunu oynardık futbol dışında, yakar top, taşları dizip top ile yıkıp sonra o taşları geri dizmeye çalışıp oynadığımız bir oyun vardı, bir ismi var mıydı tam hatırlamıyorum şu an. Yere çizip seksek de oynardık. Bir de cizbiz vardı yine küçük taşlarla yere bir kare çizilerek oynanan ama bu sefer elle. İp atlamayı çok severdim. Uçları bağlanmış bir ipin içine iki kişi girip ipi gerince diğer kişide ipe basmadan ip arasında atlamalar yapardı. Sonrasında okul yıllarında da çok oynamışızdır bu oyunu. İpe girecek birini bulamadığımızda sandalyeye ya da bir direğe geçirirdik, tabii biraz genişliği olması iyi olurdu.
Babaannem inekleri otlatmaya götürürdü ve bizi de bazen beraberinde götürürdü. Bazen inekleri yönlendirmeye yardımcı olabiliyorduk ama çoğunlukla işte beraber dağlarda olalım diye götürürdü. Hatta şöyle derdi arada “ineklerimi otlatıyorum, çocukları mı belli değil.” Sonrasında büyüyünce tek gidip hatta o otlatmalarda çok güzel kitap okurdum. Baharda keyifli olurdu aslında. İnekler çok güzel ot yer, iştahla, disiplinli, durmadan, tek misyonları o gibi, görev gibi yerler ve de keyif alırlar. Çok da güzel su içerler çeke çeke… Çok dana görme imkanım oldu elbette evde inekler olduğu için. Her doğum bir heyecan getirirdi. “Danayı gördün mü” diye birbirimize sorardık. Annem-babam dana doğdu diye müjdelerlerdi. (Bu hâlâ oluyor bu arada). Doğum başlı başına konuşulmayı hak ediyor zaten, doğuran ne olursa olsun :). Doğumdan hemen sonraki hâli dananın biraz ürkütücü, çirkinlik değil ama dananın hissettiği şaşkınlığı siz de görebiliyorsunuz. Anne inek yorgunluğunu da. İlk süt anı, dana bazen yardıma ihtiyaç duyuyor memeyi bulabilmek için ama bulunca da ahh o ne keyif!… En sevdiğim an da dananın artık ağzından süt köpükleri gelmeye başladığı an, terlediği bile oluyor hayvanın, nefes nefese kalıp. Dana burnu sevmek diye bir şey var. Çok tatlı oluyor burunları… Biraz büyüdüğümde hatırlıyorum babam “bu doğan dana senin olsun” derdi. Bu his hoş bir şeydi, sahiplenmek, sorumlu hissetmek ve o sorumlulukla fedakârlık yapmak, değer göstermek ve ilgilenmek. O günden sonra o danaya daha çok gider bakardım, tüylerini tarardım, ot getirirdim. İple çıkar gezdirirdim ve banyo yaptırdığımı bile hatırlıyorum evden gizlice şampuan alıp :). Adı “süslü” idi bir tanesinin mesela. Çayırlardan yeşil ot toplar getirirdim taze taze yesin diye.
Dedem bir keresinde kuzu hediye etmişti. Dedemin hediye etme sebebi farklı idi ama biz kuzuyu büyütmeyi tercih ettik. HAYATIMIN EN GÜZEL ANILARINDAN BİRİDİR BU. Bizde koyun olmadığı için yavru kuzuyu biberonla inek sütü ile besledik. Ne güzel bir duygu idi. O kuzu o kadar bağlandı ki bize ve biz de ona. Annemin kıyafetlerini ağzına alıp çiğnerdi hatırlıyorum, böyle insanın dibinden ayrılmayan bir karakteri vardı. Uzaktan bizi görünce koşa koşa yanımıza gelirdi. O kuzunun ruhuma yaptığı iyiliği çok kıymetli buluyorum. Yüzüme bakardı uzun uzun mesela, sanki içimi görürdü, sanki pur dikkat dinlerdi. Benim cennet hayalimde hep vardır kuzu. Beyaz tüylü, kıvırcık ve kara burunlu bir kuzu… Bir defasında da babam dağda bir kayıp kuzu bulmuştu. Sürülerde oluyor arada, çok kalabalık olduğu için bazen bakıcı kişi göremiyor ve kuzu karanlıkta dağda kalabiliyor. Babam denk gelmişti alıp eve getirmişti. Tabii bizim için bir nimetti bu. Babam sahibini bulmaya çalıştı ama bulamadı, belki de bulunmamasını çok istemiştik ve bir dilek kabul edildi…
Annemle eski bebeklik kıyafetlerimizi doldurup kocaman bir oyuncak bebek yapmıştık. Benimle aynı boydaydı. Çok seviyordum onu. Bazen bir kız ismi verip kız arkadaşım oluyordu bazen de bir erkek ismi veriyordum ve flörtüm oluyordu. Hatta kuzenim geldiğinde bir tane de ona yapmıştık bu sefer 4 kişilik bir grup oluyorduk ve oynuyorduk. Çılgın Bedis diye bir dizi vardı, orada bir Oktay karakteri vardı benim flörtüm o olurdu genelde :):):) Bu kesinlikle çok keyifli bir şeydi, o bebeği yapması bile. Eski bebek kıyafetlerini alt üst birbirine dikip içini doldurduk annem ve beyaz bir kumaştan da kafa dikip içini doldurduk. Yüz çizdik. Çok güzeldi…
Pamuk…. Kedim… Başka bir köyde gördük. Uzaktaydı ama çok küçüktü ve hafif de kulaklarında yara vardı. Alıp bir şeyler yapabilir miyiz diye yakalamak istedim ama çok emin değildim nasıl yapacağımdan. Allah rahmet eylesin bir Zekiye teyze vardı. “Ben yakalarım” dedi ve boynundan tuttu getirdi. Eve getirdim, kulak yarasına merhem sürdük. Bu merhem kafamda tüm yaralara iyi gelen bir merhem gibi idi o zaman. İlk başta nasıl ürkektiler evin içinde. Okuldan eve koşarak gelirdim akşam Pamukla oynayabilmek için. Belki bu oynama sevdamla ona eziyet etmiş bile olabilirim. Benimle uyusun isterdim ve kafasını yastığa koysun isterdim. Hatta annem ona küçük yastık dikmişti benim yatağın içine koyuyordum ama yatmıyordu tabii. Sonra ona ayrı yatak yaptık ve yastığı oraya koyduk. Orada bazen koyuyordu kafasını yastığa. Ben müsmutlu. Dilini çıkarırdı uyurken… Kendisi bembeyaz ve pespembe bir dil… Dışarı çıkar kapkara olmuş şekilde eve gelirdi. Yıkardık ve yıkaması da çok keyifli olurdu. Tüyleri ıslanan kediler çok sevimli ve komik oluyor. Dört ayak üstüne düşmesine çok şaşırırdık. Çocuk cahilliğiyle bir yataktan diğerine atıp dört ayak üzerine düşüşünü denerdik, umarım çok hırpalanmamıştır… Kardeşim de bir köpek sahiplenmişti, Karabaş. İnsanların ayakkabılarını toplar bizim kapıya getirirdi…
Benim kendimce bazı hallerim vardı. Mesela kendime bir tabak hazırlayıp sanki resmi bir yemekteymiş gibi oyun yaparım ve çatal bıçakla yemek yerdim. Tabaktakiler genelde peynir, domates, zeytin vb. olurdu. Bir film sahnesi canlandırırdım bazen televizyona bakarken. Nedense bunu da evde kimse yokken yapardım, belki yargılanmak istememişimdir 🙂 Sonra kliplerdeki dansları taklit ederdim televizyonun karşısında. Bazen kıyafetleri benzetmeye çalışırdım, öyle oynardım kendimce. Keyifli olurdu. Annemin kıyafetlerini giyerdim arada, büyüklüğe özenmek mi bu acaba yoksa benzer ve ait olmak mı… Ama eğlenceliydi.
Hırçın anılar da var tabii.
Bir keresinde kardeşlerimle kavga ederken birbirimize bir şeyler fırlatıyorduk ve ben kardeşime çaydanlık altlığı fırlattım ve yüzüne geldi burnunun kenarına. Kesti ve kanatmaya başladı. Çok korkmuş ve anında pişman olmuştum. Saklanmak istememiştim, keşke atmasaydım dedim ama çok geçti artık. Bir keresinde de o bana odun fırlattı ve birkaç gün topallayarak gezdim. Bir bebek setim vardı (anne, abla, kardeş). Bir gün eve geldim ve bebek setimin parçalarını kapının önünde gördüm. Kardeşlerim kesmişlerdi. Evet, üzücü… Çok sinirlendim ve intikam almak istedim. Onların en sevdiği oyuncak neydi biliyordum. O arabaları aldım ve taşla kırdım. Kapının önüne bıraktım. Kavgalarımızın bir raconu vardı. Herkes yaptığının intikamına hazır yaşardı. Çok Kurtlar Vadisi oldu burası şimdi. Ama birbirimize çektirdiğimiz şeyler oldu tabii.
‘Kederli anılar var mı’ mı diyorsunuz?
Ben de diyorum ki bugünlük burada bırakıyorum, sonra belki devam ederim.
Bir kuzu bir de dana burnu.
Sevgiler.